Sosyal Medya

Güncel

İslam’ın gelecek 50 yıllık gündemi

Bugün sufi olmak İbn Arabi’nin insan-ı kamil kavrayışının Marks’ın yaratıcı emek düşüncesiyle ortaklığını görmeyi de gerektirir. Yani Marks’ı tasavvufa mal etmeyi. Zaten Marks da yaratıcı emeğin kutsal ‘arzu’sunu Spinoza’dan devralmıştı. Spinoza ise İbn Arabi’den... İslam’ın önümüzdeki 50 yıllık gündeminin ilk maddesi bu konudur.



2008 finansal krizinden sonra girmiÅŸ olduÄŸumuz döneme ‘Büyük durgunluk’ adını veriyor Nobel ödüllü iktisatçı Joseph Stiglitz. Ona göre bu durgunluÄŸun sebebi küresel talep yetersizliÄŸi. Yeryüzünde ÅŸu anda -yeni hiçbir teknolojik yatırım yapılmazsa bile- tüm dünyayı haydi haydi refaha erdirecek bir üretim potansiyeli var. Ve konu hakkında yapılmış ciddi araÅŸtırmalar yeryüzünün doÄŸal kaynaklarının verimli kullanılması halinde küresel ekonominin on milyardan rahat ettireceÄŸini fazla insanı erdirebileceÄŸini söylüyor. Yani küresel kıtlık koÅŸullarının uzağındayız. Fakat yeryüzünde milyarlarca insanın cebinde bir kuruÅŸ bile olmadığı için bu üretim potansiyelini karşılayacak bir küresel talep yok.

Stiglitz’in ima ettiÄŸi ÅŸey ÅŸu: Küresel piyasaların yapılanması, sayısız firmanın bunlardan herhangi birinin piyasayı kontrol etme imkanı olmadan, birbiriyle rekabet ettiÄŸi bir düzen sergilemiyor. Her sektörde, sektörü kontrol eden az sayıda firma var ve bu firmalar doÄŸal kar oranının çok çok üstünde bir kazanç, yani rant elde ediyor. Kar oranı yüzde 20 bile olsa, firma bundan kar edip üretimini ve teknolojik yatırımını sürdürecekken, piyasadaki üstün gücü sayesinde yüzde 100’ün üzerinde kazanç saÄŸlayabiliyor. Bu sebeple para, bu parayla ne yapacağını bilmeyen az sayıda firmanın elinde toplanıyor. Tüketsen tüketemezsin. Yatırıma aktarmak istesen bunu karşılayacak bir talep yok. Ve haliyle bu para tüketicilere akmıyor. Dev firmaların elinde birikiyor.

Patlamaya hazır balonlar             

2008 krizinin hangi dinamiklerle geleceÄŸini 2001 yılında öngören Robert Brenner, firmalarda toplanan bu paranın finansal piyasalara aktığını söylüyor. Onun tespitine göre finansal piyasalardaki deÄŸerlerin yüzde 70’inden fazlası bu büyük firmalara ait. Ve reel sektörde aradığını bulamayan firmalar, artık finansal piyasalarda kazanç peÅŸinde koÅŸtuÄŸu için ve finansal piyasalar giderek daha fazla reel ekonomiye nüfuz ettiÄŸi için, finansal piyasalarda yatırıma akan bu tasarruf reel deÄŸerleri ÅŸiÅŸiriyor. ÖrneÄŸin 10 bin dolar etmeyecek bir evin fiyatı 30 bin dolara çıkıyor. Büyük balonlar oluÅŸuyor ve bu balonlar eninde sonunda patlıyor. 2008 krizi de bu yolla cereyan etmiÅŸti.

Kriz kahini olarak ünlenen Nouriel Roubini bir finansçı. En büyük problemin finansal piyasalara akan muazzam ölçekteki para, yani tasarruflar olduÄŸunu biliyor. Fakat bu tasarrufların nereden geldiÄŸini kestiremiyor. Bu nedenle 2008 krizini bir ABD ve finans krizi olarak okuyor. Onun gözünde olayın küresel seyir alması bu krizin yayılmasından ibaret. Halbuki bu tasarrufların kaynağı, reel sektörde muazzam kazançlar elde edip yeterli tüketim talebi olmadığı için bu tasarrufları finansal piyasalara sokan dev ÅŸirketler. Ãœstelik bu ABD firmalarına has deÄŸil. Avrupa, Japonya, Çin gibi ülkelerinin de dev firmaları aynı stratejiyi izliyor. Yani kriz ne ABD’nin ne finansal piyasaların krizi. Kriz, küresel reel ekonominin krizi, bu kriz kendini finansa taşıyor, finansta balon yaratıyor ve bu balon eninde sonunda en zayıf halkada patlıyor (ABD konutları) ve hemen sonra diÄŸer balonları da patlatıyor. Finansal piyasaların gazıyla ÅŸiÅŸmiÅŸ reel ekonomi deÄŸerleri, balon sönünce asli haline dönüyor. Bu da büyüme, istihdam gibi rakamları alt üst ediyor.

Durgunluk dönemi

Küresel olarak büyük durgunluk dönemindeyiz. Çok büyük bir teknolojik keÅŸif olmazsa bu durgunluk kalıcı. Ve bu keÅŸfin herhangi bir emaresi yok. Bu yüzden bu durgunluk belki de önümüzdeki 50 yılın esas gündemi. Lokal olarak iyileÅŸmeler olabiliyor. Son birkaç yıldır ABD’nin durumu gibi. Ama bu baÅŸka lokalliklerin çökmesi pahasına oluyor (ÅŸu anda Çin’in yaÅŸadığı kriz gibi)... Aynı zamanda küresel baÄŸlantılar, çok derin ve çok boyutlu olduÄŸu için bir ülkenin yaÅŸadığı çöküşün diÄŸerlerini de geriye atması kaçınılmaz. Bir çeÅŸit yengeç sepeti bu. Yükselen ekonomileri, düşen ekonomiler aÅŸağı çekeceÄŸi için kapitalizm küresel ölçekte ağır problem yaÅŸamaya mahkum.

Henüz finansal piyasalar Amerikan Ä°mparatorluÄŸu tarafından 1970’lerde egemen hale getirilmemiÅŸken büyük firmaların piyasa sistemini bozmasına Kennedy’nin iktisat danışmanı Kenneth Galbraith de iÅŸaret etmiÅŸti. Çözüm olarak büyük firmalardan ağır vergiler alıp -ki bu vergilerden sonra bile üretim ve yatırım onlar için cazip olacaktır- bunu insanlığın maddi ve manevi kalkınmasına adamayı önermiÅŸti. Fakat o dönemlerde kapitalizm için iÅŸler tıkırındaydı. Ve onu ciddiye alan pek kimse olmadı. Bugün ise 1970’lerde finansal yatırımların alabildiÄŸine karlı hale getirilmesiyle iÅŸler daha da kötüleÅŸti. Reel gelirleri düşen tüketiciler borçlandırılarak tüketime alıştırıldı. Reel karları sabit kalan firmalar deÄŸerlerinin finansal piyasalarca ÅŸiÅŸirilmesi sonucu karlılıklarını artırdı. Tüketicilerin evleri de üreticilerin firmaları da finansal spekülasyona ve balonlaÅŸmaya giderek daha fazla tabi kılındı. Balonların patlamasından sonra artık borçlanamayan tüketiciler tüketememeye, borçlanamayan ve firmalarının finansal deÄŸerleri düşen üreticilerse üretmemeye, dolayısıyla ekonomiler de büyümemeye baÅŸladı. Artık sadece çevredekiler deÄŸil, geliÅŸmiÅŸ dünyanın tüketicileri de giderek daha fazla eÅŸitsizliÄŸi sorun etmeye baÅŸladı. Ãœnlü diplomat Richard Haass’ın belirttiÄŸi üzere ‘Kalıcı büyüme olmazsa eÅŸitsizlik gözlere batar’. Bu çok büyük bir tehdit. Stiglitz de büyük durgunluÄŸun analizine halk isyanlarını anlatarak baÅŸlayıp yine aynı konuyla bitiriyor. ABD’nin egemenlerine “EgemenliÄŸiniz kalıcı deÄŸil, haberiniz olsun” ihtarını açıktan yapıyor. Bugün ABD’de en zengin yüzde 1’e savaÅŸ açmış bir baÅŸkan adayının sesi giderek daha gür çıkıyor. 10 yıl önce bu hayal bile edilemezdi.

Zenginden al, fakire ver

Roubini bir finansçı ve reel ekonomide neler döndüğünü bilmediÄŸi için küresel talep yetersizliÄŸinin farkında olan Stiglitz’in tam tersi çözümlere ulaşıyor: “Ãœcretleri düşür ve iÅŸten çıkarmaları kolaylaÅŸtır.” Bu talep yetersizliÄŸi sorununu daha da içinden çıkılmaz hale getireceÄŸi için ekonominin uzun vadede ölümü demek. Stiglitz ise sorunun küresel olduÄŸunu bilmesine raÄŸmen lokal bir çözüm arıyor: “ABD’nin en zenginlerinden aldığın vergileri ABD’nin en fakirlerine aktar.” Halbuki sorun küresel ve çözümün kalıcı olması için tedbirin de küresel olması gerekiyor: Fakir kalmış bir Türkiye, ABD mallarını ithal edemez. Ä°hracatın durması ağır bir kriz sebebidir. Bu yüzden çözümün şöyle olması gerekir: “Yerkürenin en zenginlerinden aldığın vergileri, yerkürenin en fakirlerine aktarmanın verimli yollarını bul ve bırak bu para küresel ekonominin kılcallarında aksın, tüm yerküreye hayat versin. Böylece büyük bir para, finansal piyasalardan çekilip reel ekonomiye aktarılacağı için, finansal piyasalar da bugünkü gibi reel ekonomiyi sömürmeyi bırakıp Keynes’in ona tayin ettiÄŸi iÅŸleve dönsün.

Küresel egemenlerde ÅŸu an için böyle bir bakış yok. Onlar daha çok zenginlerini korumakla meÅŸguller. 2008 krizi sonrasındaki krizin müsebbibi olmuÅŸ devasa ÅŸirketleri büyük kurtarma operasyonları ve Yunanistan’a reva görülen zulüm (3-5 bankanın faiz gelirini kurtarmak için sayısız insanı iÅŸsiz bırakma) bunun kanıtı. Fakat kapitalist yapı bir kez sarsıntıya uÄŸradı. Küresel talep yetersizliÄŸi küresel kalıcı büyümeyi frenliyor ve artık en geliÅŸmiÅŸ ülkelerde bile sıradan vatandaÅŸlar kapitalizmin erdemlerine çok daha az inanıyor. Artık egemenlerin maskesini Marksistlerin düşürmesine gerek kalmadı. Çünkü bizatihi dünyaca ünlü ve ana akım iktisatçılar tarafından da saygı duyulan Stiglitz’in kendisi en zengin yüzde 1’in siyaseti, medyayı ve hukuku nasıl ele geçirdiÄŸini ve tüm toplumu nasıl ifsat ettiÄŸini kibar bir dille de olsa ifÅŸa ediyor.

Ne kapitalist ne komünist

Bir toplumsal yapının sarsıntıya uğradığı yerde, imgelem ve tahayyülün toplumu dönüştürmesinin önünde bir engel kalmamış demektir. Fakat bu imgelemin başarılı olması için, başı göklerde de olsa ayağının yerden ve gerçeklerden kesilmemesi gerekir. Bu sebeple bugün için komünizmin başarılı olma şansı yoktur. Çünkü egemenliği birkaç yüz şirketten alır ve her şeye burnunu sokan totaliter bir örgüte, devlete teslim eder. Bu sebeple böylesi bir imgelemin yeryüzü halklarında arzu uyandırması düşünülemez.

Komünist ideallerle de olsa baÅŸarılı olacak ve halklarda rıza ve arzu yaratacak bir imgelemin liberal kurumlarda temellenmesi gerekir. Kapitalist deÄŸil, liberal. Bu kapitalizme teslim olmak demek deÄŸildir. Aksine halihazırdaki ekonomiyi liberal piyasa ÅŸartlarına çevirmek ÅŸu anlamlara gelir: Tekelci firmalardan muazzam vergiler alarak ve onlara bu muazzam gücü veren patent koÅŸullarını deÄŸiÅŸtirerek büyük firmaları ve onların kar oranlarını serbest piyasa modeline yaklaÅŸtırmak... Bankalara ve finansal piyasalara daha da muazzam vergiler koyarak -yani onlar bugün ABD Ä°mparatorluÄŸu tarafından reel ekonominin çok ötesinde karlar edinen bir yapıya sokulmuÅŸ olsalar da piyasaların doÄŸal iÅŸleyiÅŸinde reel sektöre göre çok daha risksiz oldukları için hak ettikleri daha düşük karlara onları zorlayarak- bankaları ve finansal piyasaları serbest pazar koÅŸullarına yaklaÅŸtırmak... Ve bir kez piyasaları serbest piyasa koÅŸullarına, yani Adam Smith’in dünyasına zorladıktan sonra ele geçen bu vergilerle sosyalizm yapmak, yani bu kaynakları yeryüzünün fakirlerinin maddi ve manevi kalkınmasına adamak... Bu yolla fakirlere aktarılan kaynakların küresel ekonomide dolaşıma girmesiyle tüm dünya ekonomisini canlandırmak mümkündür. Bu kaynakların devlet yatırımı olarak deÄŸerlendirilip devletin büyütülmesine de gerek yoktur. AyÅŸe BuÄŸra’nın ve ÇaÄŸlar Keyder’in iÅŸaret ettiÄŸi üzere ‘vatandaÅŸlık geliri’ adı altında fakirlere ayni ödemeler ekonominin iÅŸleyiÅŸine zarar vermek zorunda deÄŸildir.

Ä°ktisadi adalet ve Kuran

Kuran’ı dikkatle okursanız onun en temel meselesinin iktisadi adalet olduÄŸunu görürsünüz. Çünkü bütün baskılar, tanrılaÅŸtırmalar ve sömürüler iktisadi adaletsizlikten doÄŸar. Kuran’ın bu konudaki ideali de HaÅŸr Suresi’nde belirtildiÄŸi üzere ÅŸudur: “Åžehir halklarından fakirlere servet transferi yapılır. Bu, zenginlik sadece ve sadece bazı kesimlerin elinde hapsolmasın diyedir.” Bu ideal ultra kapitalist Nozick’in bile “Her adalet kuramı bu düşünürle tartışmak zorundadır” dediÄŸi John Rawls’ın idealidir. Yani hukukça tanınan fırsat eÅŸitliÄŸi idealini gerçeÄŸe dönüştürmek. 2008’den önce ABD’li sıradan vatandaÅŸlar bu idealin ABD’de gerçek olduÄŸunu sanıyordu. Yani ABD’de bir fakir çalışırsa 2-3 kuÅŸak içinde gerçekten zengin olabilir diye inanıyorlardı. Ama artık bu yalana inanmıyorlar. Müslümanlar olarak onları bu Amerikan idealine tekrar taşımak bizim borcumuzdur. Bu cihadın gayelerinden biridir.

İnsan-ı kamil

Tasavvuf insanı insan-ı kamil haline getirmeye çalışır. Yani kendi baÄŸrındaki tanrısal vasıfları inkiÅŸaf ettiren bedeni ve ruhuyla özgürlüğü yakalamış insan haline... Abdülkadir Geylani, Mevlana, Ä°mam Rabbani gibi sufi büyüklerini ciddiye alacaksak insan-ı kamil ideali dünya nimetlerinden elini eteÄŸini çekmekte sonlanan bir özgürlük düşüncesi deÄŸildir. Aksine insan-ı kamil dünyevi zorunlulukların baskısından kurtuluÅŸunda temel maddi ve manevi ihtiyaçlarını giderme olanağını bulmuÅŸ bir figürdür. Ä°nsan-ı Kamil yeryüzü nimetleriyle nimetlenebilen ve bu nimetlerde Allah’ı müşahede edebilen bir figürdür. Ä°nsanlığı insan-ı kamil olmaya yöneltmek ve bu ideali engelleyen zincirleri ortadan kaldırmak tasavvufun göreviyse bugün kapitalizme karşı savaÅŸ açıp yeryüzünün maddi ve manevi olanaklarını tüm insanlığa hediye etmeye çalışmak da tasavvufun vazifesidir. Hoca Ahmed Yesevi’nin, Ahi Evren’in, Baba Ä°lyas ve Baba Ä°shak’ın, Hacı BektaÅŸ’ın ve Åžeyh Edebali’nin Osmanlı’yı inÅŸa eden talebeleri bu ideal için aktif cihat etmeyi yollarının borcu bilmiÅŸlerdir. Onlar için ilahi aÅŸk yeryüzünü güzel bir yere çevirmek için aktif cihadı da bünyesinde taşıyordu. Onun için bugün sufi olmak Ä°bn Arabi’nin insan-ı kamil kavrayışının Marks’ın yaratıcı emek düşüncesiyle ortaklığını görmeyi de gerektirir. Yani Marks’ı tasavvufa mal etmeyi. Zaten Marks da yaratıcı emeÄŸin kutsal ‘arzu’sunu Spinoza’dan devralmıştı. Spinoza ise Ä°bn Arabi’den...

Ä°slam’ın önümüzdeki elli yıllık gündeminin ilk maddesi bu konudur. EÄŸer Ä°slam ümmeti olarak saplanmış olduÄŸumuz batağı bir çiçeÄŸe çevirmek istiyorsak... Bir sufinin en asli görevi olan zehri bala çevirme yeteneÄŸini gerçek kılmak istiyorsak... Aksi halde Ä°slam, bu bataklık içerisinde, kendi çocuklarımızda bile eskilere ait bir masaldan öte bir heyecan ve arzu uyandırmayacaktır.

Esat Arslan / Yazar

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.